DOLAR 37,9473 0%
EURO 41,0596 0.02%
ALTIN 3.823,080,32
BITCOIN 32014003,24%
İstanbul
12°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Müslim Soysal

Müslim Soysal

31 Mart 2025 Pazartesi

Zamanın gör dediği, unutursak gök girsin kızıl çıksın…

Zamanın gör dediği, unutursak gök girsin kızıl çıksın…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Zamanın gör dediği, unutursak gök girsin kızıl çıksın…
İşittin mi Türk?
“Ey Türk Oğuz Beyleri; milletim, işitin! Üstte gök çökmedikçe altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir!”
Herkesin hanesinde bayram sevinci eksik olmasın. Kurulsun sofralar, yenilsin aşlar, içilsin çaylar varola muhabbetler… Fakat bu bayram biraz buruk, biraz kasvetli, biraz acı ve ötesinde… Yok yok tahmin ettiğiz şeyden değil, yağmurlu ve kapalı havadan hiç değil. Azıcık okuyan bile, insan olan göre, uğruna benliğimi adadığım sadece töre. Dile kolay 107 yıldır kardeşimin ve kandaşımın uğradığı haksızlık zulüm ve şahadetleri üzredir bu öfke.
Tarihimiz özellikle Balkan, Anadolu ve Kafkasya tarihimiz nice acılar, soykırımlar ve şehadetlerle doludur. Töremizde acıyı övme veya ağıt çok görülen bir şey değildir. Daha çok zaferlerimizi yâd ederiz. Lakin şehitlerimizi anmamız ve tüm dünyaya haykırmamız gereken acılarımızı böyle günlerde bilenmek için kullanmalıyız. Özellikle İrevan’da Bakü’de, Gence’de ve yaşanan katliamlar yüreklerimizi dağlayacak cinstendir.
Ermenilerin “Büyük Ermenistan’ı” kurmak için Azerbaycan Türklerini ilk planlı tehcir ve soykırımı 1905-1907 yılları arasında gerçekleşmiştir. Azerbaycan Türkleri daha sonra 1918-20 yıllarında ikinci defa güç tatbik edilerek kendi topraklarından sürülmüştür. SSCB döneminde Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri 1948-53 yıllarında “büyük göçe” tabi tutarak yaklaşık 150 bin Azerbaycan Türkü tarihi yurtları olan Ermenistan’dan kovulmuş ve Azerbaycan Türkleri üçüncü kez tehcire maruz bırakılmıştır. Son tehcir ve soykırım ise modern dünyanın gözleri önünde 1988 yılında başlayan çatışmalarla gerçekleşmiştir.” Dr. Sinan Oğan
31 Mart – 4 Nisan 1918 tarihleri arasında Bakü’nün yönetimini elinde bulundurup Azerbaycan’ın öteki bölgelerini de ele geçirmek isteyen ‘Bakü Konseyi’ isimli Rusya yanlısı iktidar Azerbaycan Türklerine karşı soykırım yaptı. Özellikle ermeni çetelerini kullanarak ve tüm dünyanın gözü önünde vahşeti yaşatarak Kırmızı Muhafızlar eliyle, mahalle mahalle köy köy Türk ve Müslüman nüfusu şehit ettiler. Sadece bir gün içinde başta Bakü ardından Şamahı, Guba, Kürdemir, Salyan ve Lenkeran illerinde bazı kaynaklara göre 12 Bin bazı kaynaklara göre de 25 Bin Türk katledilmiştir. Osmanlı Ordusunun müdahelesi, Nuri Paşa komutasındaki Kafkasya İslam Ordusu’nun duruma el koymasına kadar devam etmiştir.
Peki neydi bu “Bakü Konseyi”? Kim kurmuş idi? Rus İmparatorluğu’nda 1917 Ekim Devrimi sonucunda Bakü Guberniyasının arazisinde Bolşevik önder Stepan Şaumyan başkanlığında kurulmuş geçici hükümettir Bakü Konseyi. 19. Yy sonunda Bakü, Kafkasya’nın en büyük sanayi kentidir. Bakü Petrollerine gözünü diken Rusya, Bolşevik devrimi ile harekete geçerek Ermeni Stepan Şaumyan’ı olağanüstü komiser olarak atamıştı. Politik ve siyasi süreci burada anlatmayacağım çünkü süreç resmen sayfalar dolusu kitaba konu olur. Amacın kontrol edilebilir Büyük Ermenistan devletini kurmak ve Kafkaslarda kaos oluşturmak olduğunu umarım anlamışsınızdır. Ermenileri Bolşevikler üzerinde silahlandıranların da İngilizler olduğunu kayıtlardan anlıyoruz. Şaumyan, Mikoyan, Emiryan, Korganov ve Taşnaksütyun partisinin önde gelen isimleri Bolşevik adı altında İngilizin uşaklığını yapıyorlardı. O günlerde bölgede olan Bakü’de olan İngiltere Konsolosu Mc Donel hatıralarında belirtimştir ki; “Şehirde cesetlerden başka Müslüman kalmamıştı. Aynı yılın Temmuz ayında kurulmuş Olağanüstü Tahkikat Komisyonu’nun topladığı belgelerde gösteriliyor ki, iyi silahlanmış ve eğitilmiş Ermeni askerleri Müslümanların evlerine giriyor, evdekileri katlediyor, onları hançer ve süngü ile doğruyor, çocukları yanan evlerin içine atıyor, 3-4 günlük çocukları süngüye diziyorlardı…” Cemil Hasenli
Acı dı mı biraz canınız? Doldu mu gözleriniz? Depreşti mi Türklüğünüz? Ardından gittiğiniz hırsızların adına yapıldı bu katliamlar. Yüzyıllardır emperyalist, küreselci ve elitlerin uşaklarına sahne oldu bu topraklar bu ecdad. Ve sizler onların anılarına hakaret edenlerle Amerikan ve İngiliz mandacılarıyla, sözde demokrasi yalanlarıyla kol kola yürüyorsunuz.
Sadece Hocalı Soykırımındaki çığlıklar bile yetmeli bizim utancımıza.
“Çocuğumu ormanda bıraktım geldim. Ah Hagani ah oğlum annen ölsün…”
“Gözümün önünde başını bıçak ile kestiler başıyla top gibi oynadılar…”
“12 gündür soğukta karda yoldaydık. Herkesi öldürdüler. Babamı, annemi herkesi öldürdüler…
Herkesi öldürdüler… Herkesi öldürdüler… Herkesi öldürdüler…

1800 lerden bu yana maruz kaldığımız katliamlar ve şahadetlerimiz şöyledir;
Gence Muharebesi (1804) Gence 7 BİN şehit,
Ermeni– Katliamları (1905)
Bakü, Gence, Nahçıvan,
Şuşa 10 BİN şehit,
Mart Olayları (1918 )
Bakü 12 BİN şehit,
Kuba Katliamı (1918 )
Kuba 17 BİN şehit,
Zengezur katliamı ( 1918 ) 16 BİN şehit,
Gence İsyanı (1920 ) gence 15 BİN şehit,
Gugark pogromu (1988 ) Ermenistan 215 şehit,
Kara Ocak (1990 ) Bakü 140 şehit,
Hocalı (1992) 613 şehit.
BOZKURT OLSUN BİZE KILAVUZ!
Araştırmacı Müslim Soysal
Derleme: Türksam Dr. Sinan Oğan 2018, Anadolu Ajansı Mücahit Türetken 2018, Cemil Hasenli “Azerbaycan’da Ermeni Mezaliminin Tarihi değerlendirmesi” 2002.

Devamını Oku

Zamanın gör dediği… Türk istiklalini feda ediyorlar…

Zamanın gör dediği… Türk istiklalini feda ediyorlar…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Zamanın gör dediği… Türk istiklalini feda ediyorlar…
Saatlerdir doğru kelimeleri bulmak, içimdeki öfkeyi sakinleştirmek için çok uğraştım. Okuduklarımdan, seyrettiklerimden, duyduklarımdan utandım. İki gündür yutkunmakta bile zorlandım. Manda bir yönetim biçimidir. Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıkmıştır.
Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar’ Mustafa Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetin ve Cumhuriyet Halk Partisinin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözleri son günlerde kulaklarımda çınlamakta, yüreğimde yankılanmakta, aklımı kurcalamakta ve dimağımı parçalamaktadır.
Atatürk’ün Yaveri Mazhar Müfit Kansu, Sivas kongresinde başlayan bu tehlikeli söylevleri ve Atatürk’ün bunlar karşısında tarihine sahip çıkarak nasıl tehlikeli sularda yüzdüklerini gördüğünü anlatıyor hatıratlarında. Çünkü mandacılık zihniyetinde hiçbir vakit istikbal yoktur. Adalet yoktur. Hukuk yoktur.
Türk’ün tarihinde hırsızın ardından gitmek de yoktur. Özünden kopuk olanlar hariç tabiî ki. Türkiye’nin kurucu partisinin başında bulunan zat açık açık Türk milletinin gözlerinin içine baka baka, biz Atatürkçüyüz yalanının ardına saklanarak İngiliz ve Amerika muhataplarından Türkiye’ye müdahale edilmesini istedi. Özgür Özel denilen bu müptezel, saklandığı maskelerin ardından, gençlerimizi attığı sokaklarda bağıra çağıra söyledi bunu ve hatta sitem de etti yalnız bırakıldıklarını savunarak. Asırlardır, Türkleri, Anadolu’da, Güneybatı Asya’da, Afrika’da, Kıbrıs’ta ve bulabildikleri her yerde katleden İngiliz zihniyetinden yardım istedi bu şahıs. Ekonomik yaptırımlarla halkımızı günümüzde yokluk içinde koyan Amerikan zihniyetinden yardım istedi bu şahıs. Oysa ki Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konudaki düşünceleri bellidir. “Millî Mücadele döneminde manda ve himaye kavramlarından söz edilince, ilk akla gelen Amerikan mandası olmuştur. Oysa ki incelenecek olursa Türk aydın ve idarecilerini meşgul eden kurtuluş çaresinin sadece Amerikan mandası olmadığı görülecektir. Sayıları az da olsa, kısa bir süre için Fransız ve İtalyan mandasını savunanlar, bölgesel kurtuluş yollarına başvuranlar olduğu gibi, Türkiye’yi Bolşevik yapma çabalarına katılanlar da mevcuttu. Bağımsızlık fikri ile hareket edenlerin sayısı başlangıçta azdı. Dün Osmanlı Devleti’ni parçalamaktan kurtarmak isteyen Türk aydın ve idarecileri Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık gibi fikirler peşinde koşarken, şimdi de bazıları manda ve himaye peşinde idi.” Erdoğan ÖZNAL Hv.Plt.lCorgeneral/ Dr. Kadir K ASAL AK
Yaklaşan savaş seslerini duyabiliyor musunuz? Savaşın tek kazananı içerde güçlü duran milletlerdir. Bunu öngören Sayın Dr. Devlet Bahçeli ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan içeride ve dışarıda gerekli pozisyonlarını alarak ülkemizi sürüklemek istedikleri bataklıklardan, kıvrak ve ani salvolarla kurtararak tam bir bağımsız ve hatta tarafsız bir politika güderek geleceği hazırlıyorlar.
“Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak veya parçalamak amacıyla, başta İngilizler olmak üzere Fransa ve Rusya ile diğer bazı devletlerin de büyük çaba sarf ettiği görülmüştür. Bu faaliyetler öncelikle Osmanlı Devleti’ni sömürge hâline getirme yolunda olmuştur. Batılı misyonerlerin Osmanlı Devleti ve ona bağlı ülkelerde yaptıkları faaliyetler bunun en açık örneğidir.” “Londra Misyoner teşkilâtı başkanı şöyle konuştu: ‘Biz İngilizlerin müreffeh ve saadet içinde yaşamamız için, Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmemiz lâzımdır. Onların içinde ihtilâf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanlı Devleti’nin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız…” misyoner casus Hempher.
Milletimizin görmesi gereken budur. Yüzlerini kapatarak Vandalizm kurbanı olan gençlerimizin bilmesi gereken budur. Kendilerinin sürüklenmek istendiği yer içerde ve dışarıda güçsüz Türkiye’dir. Gözlerinin içine baka baka, hukuki bir davayı siyasi bir dava haline getirme çabaları ile söylenmiş yalanlar bundandır. Yazımı yine aynı sözlerimle bitireceğim. Bugün doğudan batıya bütün siyasi politik kültürel ve diğer konularda Türk dünyası birlik mesajı vermektedir. Bir adım geriye çıkıp baktığınızda her denklemde Türk izi taşımayan hiçbir konu görülmemektedir. Bu mihnette başarıya ulaşmak için kullanılan söz Türkiye artık Türkiye’den daha büyüktür politikasıyla tüm dünyada Türk Dünyasını yaşatmak ve kültür birliği yapmak, Turan birliğine ulaşmak, bizim, şahadete yürüyen kardeşlerimize borcumuzdur.
Ya devlet başa ya kuzgun leşe…
Araştırmacı: Müslim Soysal

Devamını Oku

Zamanın gör dediği… Türklüğe uzatılan eller kırılacak…

Zamanın gör dediği… Türklüğe uzatılan eller kırılacak…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Zamanın gör dediği… Türklüğe uzatılan eller kırılacak…
“O kadar çok kendini bilmez türedi ki piyasada… Katledilen zulme uğrayan Türk’leri mezhep ile ayrıştıracak kadar bilgi yoksulu örümcek beyinlerinden kurtulup belki vicdanları cız(!) eder deyu yazdık… AZERBAYCAN TÜRK’ÜNE DİL UZATANDAN NE MÜSLÜMAN OLUR NE DE TÜRK …” Hakan Bayram.
Beklenen oldu diyor yeni Suriye’nin devlet başkanı Ahmed Şara ve Lazkiye’de olan çatışmaları dikkatle izliyoruz. Tabi ki Esed artıkları muvaffak olamayacak fakat içimizdeki Esed veya dolayısıyla İsrail ve İran etki ajanları fırsat bilip Alevilik üzerinden tartışmaların kapısını açmak için sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanıyorlar. Bunun adı yanıltma haber ve bu Türkiye üzerinden yapılacak bölgedeki karışıklıkların alt yapısını oluşturmaktadır. Türkiye buna asla müsaade etmeyecektir. Ayrıca Türkmenlerin şimdiye kadar çektiklerini, Esed üzerinden İsrail ve İran’ın Türklere yapmış oldukları zulmü görmeyenler imdi neden avaz avaz feryat figan etmektedirler? Hiç düşündünüz mü? Buradan ortaya çıkan derdin mezhep veya din olmadığı anlaşılıyor. İran ve İsrail’in bir İngiliz aparatı olarak görev yapmaları ortada bölgedeki Türk kimliğini ezmek, etkisiz kılmak olduğu gün gibi aşikârdır. Bugünkü “Suriye’de “Tırnak Arası Alevi” örgütü ve İran-İsrail işbirliği başlıklı yazısında Sayın Nigar Ögeday bunu çok iyi bir şekilde anlatmıştır.
Burada asıl konu Türk’ün coğrafyadaki yeridir. Yaşlı kıta Avrupa’nın düşmüş olduğu durum, Çin-Sovyet-Amerika üçlüsünün oynamış olduğu tiyatro, önümüzdeki belirsiz siyasi, politik, askeri ve en önemlisi politik durumlar Türkiye’yi bölgesel güç olmaktan öte her masada aktif rol oynayan küresel bir aktör konumuna getirmiş ve yüzyıllardır Beklenen! Hasret duyulan yerini tekrar almasına bir kapı açmıştır. Sorulan soru şudur “Avrupa’nın güvenlik teminatı Natonun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye midir?” Fransa, İtalya, İngiltere, Alman ve birçok Avrupa ülkesi basın yayın organlarında Türkiye ismi geçmeyen bir gün yoktur.Analistler Amerika’nın zorba tutumu karşısında tehlikeye giren Kuzey Atlantik oluşumunun geleceğini Türkiye’de görmekte, Avrupa, Asya ve Afrika’daki etkilerini konuşmakta ve çok ince yönettiği diplomasiyi öne çıkartarak yorumlar yapmaktadırlar. Bunun yanında çok kısa bir zamanda ordusunu modernize edebilen ender bir ülke olan Türkiye teknolojik atılımları hem kara hem hava ve hem de denizlerde parmak ısırtacak bir güce erişmektedir. Elbette ki yaşanan bu gelişmeler bazılarının kabusu olmakta ve bu kaygılarını barışa uzanan eller, Türklüğe uzanan eller, kaosa ve terörizme uzanan eller olarak göstermektedirler. İçeride etki ajanları ve  beşinci kol faliyetleriyle coğrafyada kaybolan etkilerini kazanmak isteyen İsrail ve İran ikilisi emir aldıkları gibi barış ortamını sabote etmekten geri kalmayarak bir tiyatro oynamaktadır. İki terör devleti de Suriye’de kaybetmişlerdir. Bu bir gerçektir. İsrail son günlerde Türkiye’de sosyal medyadan beşinci kol faaliyeti yürütmek amacıyla İsrail ordusunun Türkçe X hesabını açmış ve yanıltıcı haberler ile provakasyonlara başlamıştır. Hesabın açılmasının hemen ardından Lazkiye’de başlayan Esed yanlısı saldırıların zamanlaması manidardır. İncelenmesi ve irdelenmesi gerekmektedir. Bunu zaman gösterecektir.

Suriye, Kudüs, Yemen, Gazze, Etiyopya, Somali, Afganistan, Pakistan, Kırım, Karabağ ve hatta Ukrayna gibi bir çok bölgede Türk, beklenen, hasretle gözlenen ve aşağıdaki yaşanmışlıklar gibi birçok şekilde örnekleri olan anılarla dolu tarihe sahiptir.
Yer Suriye, Binbaşı Miraç Emir anlatıyor…
“- Suriye’de “Operasyondayız. Bir çocuk koşa koşa yanıma geldi. Arkasından çağıran dedesi ve nenesine aldırmaksızın. Diz çöktüm, sıkıca sarıldım. Bir şeyler söylemeye başladı. Sonra, ellerini açıp:
“- Muhammed! Sallallahü Aleyhi Vesellem!”, “Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem!” diyordu. Ben ise söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Defalarca kez aynı cümleyi kurdu. Gözlerinden yaş akıyordu ama mutluydu. Geriye döndüm:
“- Asker, aranızda bu çocuğun ne söylediğini anlayabilecek olan var mı?” diye sordum.
“- Var komutanım!” dedi bir asker. Koşarak yanıma geldi. Çocukla konuştu, ona heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu çocuk. Merakla dinliyordum. Konuşması bitince, asker bana doğru döndü. Gözlerinden yaşlar akıyordu.
“- Ne oldu asker? Ne söylüyor bu çocuk?” dedim.
“- Komutanım, çocuk annesini, babasını ve 2 abisini de hava saldırısında kaybetmiş. Sonra her gün dua etmiş.
“- Bir sürü dua ettim” diyor çocuk. Sonra bir gün rüyasında Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’i görmüş. Ona doğru bakarak:
“- ‘Sil gözyaşlarını çocuk, ordumla birlikte geleceğim.’ demiş. İşte bu çocuk o gün bugündür hep bizi bekliyormuş komutanım.”
“- Diyor ki, evimizde çayımız ekmeğimiz var. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’e söyleyin, bize de gelsin!”
“- Ağladım…” Savaşın ortasında, çocuğun inancı karşısında diz çöktüm de ağladım. Bütün iradem, bütün direncim kırıldı da ağladım… Cebimden Türk bayrağını çıkarıp çocuğa verdim. Sevindi, yanağımdan öptü, koşarak dedesinin yanına gitti. Anladım ki:
“- Türk Ordusu, İslam’ın son umudu. Seçilmiş millet, Türk Milleti. Ve Allah Davasının sancakları; Türkiye Cumhuriyeti Devleti!!!”
Bugün doğudan batıya bütün siyasi politik kültürel ve diğer konularda Türk dünyası birlik mesajı vermektedir. Bir adım geriye çıkıp baktığınızda etkin olunmayan, denkleminde Türk izi taşımayan hiçbir konu görülmemektedir. Bu mihnette başarıya ulaşmak için kullanılan söz Türkiye artık Türkiye’den daha büyüktür politikasıyla tüm dünyada Türk Dünyasını yaşatmak ve kültür birliği yapmak, Turan birliğine ulaşmak, bizim, şahadete yürüyen kardeşlerimize borcumuzdur.
Araştırmacı: Müslim Soysal

https://x.com/SOYSALM

https://barinajans.com/kose-yazilari/suriyede_tirnak_arasi_alevi_orgutu_ve_iran-israil_isbirligi-341.html


Devamını Oku

Zamanın gör dediği… Balfour Deklarasyonu ve pagan Romanın Siyonist oyunu

Zamanın gör dediği… Balfour Deklarasyonu ve pagan Romanın Siyonist oyunu
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Zamanın gör dediği… Balfour Deklarasyonu ve pagan Romanın Siyonist oyunu…
Güzel ülkemin gündemi uzun zamandır o kadar yoğundu ki inanın ne yazmaya ne de mecal anlatmaya yetişemedim. Affedin. O kadar zamandan sonra yine kilit bir tarih ile karşınıza geldim. Öyle ki bugün yaşanılan acıların, maalesef izlediğimiz katliamların 107 yıl önce atılmış tohumlarının tarihi…
Mektup…
“Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudî Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudîler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Yahudî olmayan toplumların sivil ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudîlerin sahip oldukları haklara ve siyasî statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.” Saygılarımla Arthur James Balfour”
2 Kasım 1917 tarihli bu mektup Filistinli kardeşlerimizin acılarının başlangıcını haber veren satırları barındırır. 107 yıl önce bir cihan devletinin en zayıf anlarının şahididir. 1916 yılında Başbakanlık görevini üstlenen Lloyd George bir Siyonist taraftarıydı ve Kabinedeki Dışişleri Bakanı Arthur Balfour yayınladığı deklarasyonla Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına yardım edileceği sözünü verdi.
Filistin, Yavuz Sultan Selim’in 1517 senesindeki Mısır Seferi ile Osmanlı topraklarına katılmış ve 1917 yılına kadar 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmıştır. Tabi karşımıza eş zamanlı olarak şu konu çıkıyor. Yeri gelmişken onu da açıklayalım. Sosyal medya sözde tarihçilerinin son zamanlarda kalemlerinden düşmeyen, Mustafa Kemal Paşa ve Filistin cephesini terk etmesi mevzusu Atatürk düşmanlarının mezesi olma özelliğini koruyor. Oysa ki;
Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 5 Temmuz 1917’de Bağdat’ı İngilizlerden almak üzere 1917 yılının Haziran ayında teşkil edilen Yıldırım Ordular Grubunun 7.Ordu Komutanlığına atanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Filistin-Suriye cephesinde uygulanması gereken strateji ve taktik konusunda Grup Komutanı Mareşal Falkenhayn ile anlaşamadığından 7.Ordu Komutanlığı görevinden istifa ederek, 1917 yılının Ekim ayı ortalarında İstanbul’a gelmiştir. 7. Ordu Komutanlığı görevinde iken Mustafa Kemal Paşa’nın başta Başkomutan Vekili Enver Paşa olmak üzere devletin ileri gelenlerine dört gün arayla gönderdiği 20 ve 24 Eylül 1917 tarihli raporlarından neredeyse tam bir yıl sonra, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı Filistin-Suriye cephesinde büyük bir bozguna uğramıştır. Mustafa Kemal Paşa, bahse konu raporlarda devletin en üst makamlarına Filistin-Suriye cephesinde Osmanlı Ordusu aleyhine gelişebilecek tehlikeleri büyük bir öngörü ile bütün çıplaklığıyla göstermiştir. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gelmesinin ardından 7 Kasım 1917’de Ordu Komutanı sıfatıyla Genel Karargâh emrine verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 7.Ordu Komutanlığı görevinden çekilmesinden yaklaşık üç hafta sonra İngiliz kuvvetleri Birüssebi- Gazze hattını ele geçirmişlerdir. Neredeyse dokuz ay kadar uzun bir süre harp cephelerinden ayrı kalan Mustafa Kemal Paşa, Filistin Cephesi’nde durumun kritikleşmesi üzerine, bizzat Sultan VI. Mehmet Vahdettin tarafından 7 Ağustos 1918’de ikinci defa Filistin’de bulunan 7. Ordu Komutanlığına atanmıştır. Mustafa Kemal vaktiyle istifa ederek haklı sebeplerle bıraktığı bir ordunun komutanlığına yeniden atanmışsa da artık Filistin ve Suriye üzerindeki düşman taarruzunun önüne geçmek imkânsız bir hâl almıştır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın cepheye gelmesinden kısa bir süre 19 Eylül 1918 tarihinde İngiliz General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusunun genel taarruzu başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa yine de İngiliz kuvvetlerinin genel saldırısını değerlendirmiş ve bu öngörü ile önceden tedbir almış, üç ordu arasından ordusunu en az kayıpla zamanında çekebilmeyi başarmıştır. 7.Ordu Komutanı Mustafa Kemal’in, Halep civarında orduyu yoktan var ederek yeniden düzenlemesi sonucu 26 Ekim 1918’de İngiliz birlikleri ve Şerif Faysal önderliğindeki Arapların ilerleyişlerini Halep’in kuzeyinde Katma mevkiinde durdurmayı başarmıştır. Bu noktada Mustafa Kemal’in bütün çabası mütarekeye dek İngiliz ve Arap birliklerine kuvvet kaptırmamak ve gerekirse çekilerek anayurt topraklarında bir savunma hattı oluşturmaktı.”
İşte durum bundan ibarettir. Fakat konumuz Mustafa Kemal Paşa değil, Siyonizmin pençesinde can veren nice çocuk, kadın, yaşlı ve şahadete yürüyen binlerin yüz binlerin, hangi çıkar ilişkilerinde heba olduğudur. Osmanlı devletinden önce bu toprakların yönetiminin Roma elinde olduğunu unutmamak gerekir. Yahudi toplumunu birer sağmalık olarak gören Roma imparatorluğu, vergiler nedeniyle sürekli kendilerine sorun çıkaran bir toplumu defalarca sürmüş ve baskı altında tutmuştur. Aynı pagan roma kültürü Yahudileri tekrar aynı topraklarda emelleri için kullanmak istemiş ve Siyonizm denilen bir oluşum ile Osmanlı elinde olan enerji yolları üzerine konuşlandırmak istemiştir. Azgın bir köpek gibi arada sahiplerinin elini de ısırsa 20. Yüzyıl başlarından bu zamana Siyonizm çok iyi görevini yapmış ister inanın ister inanmayın başarılı olmuştur. 1922’de İngiltere’nin düzenlediği bir nüfus sayımı Yahudilerin sayısının, Filistin’deki 750 binlik nüfusun yüzde 11’ine ulaştığını gösteriyordu. Bundan sonraki 15 yılda 300 bin Yahudi daha gelecekti.
İşgal…
11 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby’in Kudüs’ü işgal etmesiyle Filistin’de İngiliz askeri yönetimi başlamıştır. ABD Başkanı Wilson’un önerisiyle 1920’de kurulan Milletler Cemiyeti, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu topraklarını, yenidünya düzeninin ürettiği manda sistemi çerçevesinde 24 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda İngiltere ve Fransa arasında paylaştırmıştır. Böylelikle Filistin’de 1917 işgalinden beri süren İngiliz askeri yönetimi yerini sivil manda yönetimine bıraktı. Lloyd George, Filistin’i 1920-1925 arasında yönetmek üzere aslen Yahudi olan ve Dünya Siyonist organizayonu içerisinde aktif rol alan Herbert Samuel’i görevlendirdi. Bu yıllar arasında Samuel’in, temel görevi 3 Kasım 1917’de İngiltere Dış İşleri Bakanlığı tarafından yayınlanan ve Filistin’de Yahudi Ulusal Evi kurulmasını vaat eden Balfour Deklarasyonu’nu hayata geçirmekti. Bu doğrultuda hareket eden Samuel, Filistin’de Yahudi nüfusunun artması, ülke yönetiminde Siyonistlerin yer alması için çalıştı. Haliyle bu uygulamalar Filistinli Araplar tarafından tepkiyle karşılanmış ve Yahudiler ile Araplar arasında çatışmalar ve protestolar yaşanmıştır.” Can Deveci (2017)
Kâğıt üzerinde ne kadar kolay anlatılıyor değil mi? Günlerce, yıllarca, asırlarca konuşabilir veya yazabiliriz. Fakat hakikatini bilmeden boşa kürek çekmiş oluruz. Türkiye’nin Güneybatı Asya politikası (inatla Ortadoğu demeyeceğim çünkü bu Siyonistlerin çizdiği haritadır ki bunu defalarca yazdık.) bu bilgiler ışığında değerlendirilmelidir. Neden dâhiliz? Mirasımız nedir? Nerede son bulacak bu zulüm? Bunların hepsi tarihin sayfalarında gizlidir. Ben sadece anlatmak ile mükellefim…

Araştırmacı: Müslim Soysal
Kaynaklar: http://www.cihanharbi.com/filistinde-ingiltere-mandasinin-kurulusu-1917-1925
Figen Atabey 9. Uluslararası Atatürk Kongresi. İsmail Köse Lloyd George Hükümeti: Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere Ulusal Yurt Sözü Verilmesi (1916-1920)

Devamını Oku

Zamanın gör dediği. Megali İdea denilen dramatik oyun ve sonu.

Zamanın gör dediği. Megali İdea denilen dramatik oyun ve sonu.
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Zamanın gör dediğiMegali İdea denilen dramatik oyun

Uzun zamandır yazıya ara verdim biliyorum. Seçim ve ağır geçirilmiş hastalık sonrası tekrar sizlerle buluşmak çok güzel. Umarım keyifle okursunuz.
Tarihler 1919 ‘u gösteriyordu. Daha 1. Cihan harbinin üzerinden henüz bir yıl geçmiş idi. Rejimler, imparatorluklar yerle bir olmuş ve tarih sahnesine yeni devletçikler peyda olmuş idi. Savaşın galipleri 18 Ocak’ta Paris’te bir araya geldi. Gözler masadaki dünya haritasındayken konferansta istekleri ile şımarık bir çocuğu andıran birisi dikkatleri üstüne çekmiş idi. Yunanistan başbakanı Elefterios Venizelos. Batı Anadolu ve Trakya’yı kendilerine istiyordu. Hayali olan Megali İdea idi. “Megali İdea”, Yunanca “Büyük Fikir” anlamına gelir. Bu kavram, özellikle Yunanistan’ın doğusuna yönelik olarak, Rumların yaşadıkları yerleri Yunanistan bayrağı altında birleştirmeyi amaçlayan yayılmacı bir milliyetçilik ve dış politika anlayışını simgelemektedir. Fakat felaketi olacağından habersiz olan Venizelos, umut ettiği şekilde başlayan Küçük Asya yani Anadolu seferi, karşısında aşılmaz olarak duran ve yeni kurulacak olan Türk devleti tarafından kahramanca püskürtülecekti. Sonrasında kendi iç hesaplaşmaları ve altılar davası ile bir hayalin sonu gelecekti.
Helenizm
Eğer, şimdiki Yunanistan’ın kendilerinin Bizans (Doğu Roma) imparatorluğunun devamı oldukları iddiasıyla yola çıkacak olursak, Türk-Yunan ilişkileri, bizim Anadolu’yu fethettiğimiz tarih olan 1071’den itibaren 950 yılı geçen bir zamanı tartışmakta fayda var. Yok, eğer bugünkü Yunanistan’ın 1830’dan beri kazandığı bağımsızlığı temel alırsak ilişkilerimiz yinede en az iki asırlık olarak tanımlanabilir. İlk isyan 1821’de Mora Yarımadası’nda başladı. Daha önce de yazmış olduğum gibi Rusya, Fransa ve İngiltere’nin rüzgârını arkasına alan Rumlar tam 8 yıl Osmanlı Devletine ve Türk milletine karşı şiddet uygulayarak bağımsızlıklarını kazandılar. Osmanlı ordusu Navarin Deniz savaşında büyük bir yenilgi yaşadı. 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığı tescillendi ve bağımsızlığını kazanan ilk devlet oldu. Selçuklu hâkimiyetinden sonra Anadolu’da hâkimiyet kuran Osmanlının 1362’de Edirne’yi fethi ile başlayan Bizans kuşatması 1453 yılında Fatih’in İstanbul’u almasıyla son bulmuş ve 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığına kadar tam 377 yıl Ortodoks Rum ahali, Osmanlı tebaası olarak yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtayı kaplayan geniş coğrafî hudutları içinde değişik din, ırk ve dillere sahip topluluklar gibi Rumlarda Osmanlı vatandaşı olarak hiçbir baskı görmeden huzur ve güven içinde yaşıyorlardı. Devletin hukuk sistemi, bu değişik etnik ve dini yapıyı güçlü bir ideal ve müşterek bir şuur etrafında toplamaya göre tanzim edilmişti.
Osmanlılık şuuru…
“Bu müşterek şuur, “Osmanlılık şuuru” idi. Kullanılan hukuk sisteminde devlet yönetimine ve ordu idaresine ait hususlar, Türklerin Orta Asya’dan beri uyguladıkları örfi hukuka (töre), aile ve fertler arasındaki ilişkiler şer-i hukuka ve gayri Müslim tebaanın kendi aralarındaki sorunları ise cemaat (kilise) hukukuna bağlı idi. Osmanlı Devleti; devlete ve müesseselerine işlerlik kazandırmaya çalışırken şer-i ve örfi hukuk sistemlerini kullanmıştır. Devlet yönetimine ve askeri yönetime ait hususlarda daha çok örfi hukuka yer vermiştir. Böylece Osmanlı devleti her iki sistemi kaynaştırarak kendisine has bir “Osmanlı hukuku” meydana getirmeye çalışmıştır.” İşin özeti aslında budur.
Kukla kral…
“Osmanlı- Rus Savaşı sonucunda Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Yunanistan’ı büyük devletler kurdu dersek doğrudur. Yunanistan’ın ortaya çıkmasında İngiltere, Rusya ve Fransa’nın rolü çok büyüktür. Kaldı ki bu devletler Yunanistan’ın kralını da Avrupa’dan bulup getirdiler.” Doç. Dr. Nilüfer Erdem İstanbul Üni. Burada dikkat edilmesi gereken cümle kralın Avrupa’dan ithal olmasıdır. Elinde oyuncağı ile dolaşan sözde büyük devletler, sınırları geniş, güçlü ve zengin bir imparatorluğun hayali ile yanıp tutuşmakta olan Yunanlıların planını yapmış idi. Nitekim 1864’de yapılan Yunan Anayasası’nda Kral I. Yorgi’ye “Helenlerin Kralı” adı verilmişti. Aslında Megali ideanın başlangıcını, Fatih’in İstanbul’u fethinde aramak gerekir. Patrikliğin yeniden inşası ile 2. Katerina’nın Grek Projesi dediği bu proje, Ortodoks kilisesinin, Yunan yazar ve şairlerinin ve en önemlisi Rusya’nın beslediği fikirlerle en sonunda 1791’de masadaki bir harita haline gelmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’ı fethetmesi ile beraber, Antakya ve İskenderiye Patrikhaneleri üzerinde nüfuz ve üstünlük sahibi kılınması İstanbul Patrikhanesi’nin gücünün artmasına, Papalık gibi gösterilmesine neden olmuştur. Nitekim Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Maarif Vekili Prof. Dr. Luvaris “ …artık ‘Megali İdea’nın hükümeti de var olmuştur ki bugüne kadar da durum devam etmiştir” diyerek Patrikhanenin rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Osmanlı hâkimiyetine rağmen kültürlerini koruyan Rumlar, bu güçten yararlanarak eski Bizans toprakları üzerinde Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak için faaliyete geçmiştir.
Hac ve Hilalin savaşı…
Şimdi Konstantinapolis ve bilhassa yeniden canlanan Logos’un mabedi olan Ayasofya Kilisesi bu ümitlerin müşahhas bir sembolü haline geldi. Bu hal Fatih’e karşı mücadelede surlar üzerinde ölen taşlaşmış son Yunan İmparatoru Konstantin Palöologus efsanesinde ifadesini bulmaktadır. Kavmine hilalin gasp etmiş olduğu hürriyeti geri vermek için onun tekrar dirileceğine inanılmaktadır. Ayasofya’da düşmanın gelmesiyle yarım kalan mukaddes ayin-Büyük kilisenin duvarları arasında kaybolmuş olan-Patriğin bütün ihtişamıyla tekrar ortaya çıkmasıyla devam edecektir” Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Maarif Vekili Prof. Dr. Luvaris. Patrikhane makamı, Bizans’ın dinî ve dünyevi olan iki yönlü iktidarının ayakta kalan tek taraflı devamı idi. Bu fikrin ilerleme şekli alt yapısının doldurulması ve halka benimsetilmesi şeklinde olmuştur. Yunan devletinin kurulmasından sonra bir tarih yazılımının ortaya çıkartılması ile bütün Helen ruhunu kendi bünyesinde toplayacak geniş sınırları kapsayan (Anadolu, Trakya, Makedonya, Kıbrıs, Adalar) bir Yunan imparatorluğu kurmak. Rigas Ferreros adlı milliyetçi Yunanlı bir şair tarafından 1791’de Bükreş’te hazırlanan ilk “Megali İdea” haritası 1796 yılında Viyana’da basılmış ve daha sonra Yunan yayılmacılığının temel belgesi haline gelmiştir. 1844’te Başbakan Ioannis Koletis de parlamentoda yaptığı konuşma ile bu fikri resmileştirmiştir. Amaç, Doğu Roma imparatorluğunu yeniden diriltmek idi.
“Yunan Krallığı, Yunanistan değildir; Yunanistan’ın sadece bir parçası… Yunan, Sadece krallık sınırları dâhilinde yaşayanlar değildir. Helenizm’in iki başkenti vardır. Atina, Krallığın başkentidir. Konstantinopolis ise büyük başkenttir; tüm Yunanların şehri, hayali ve ümidi…” İoannis Kolettis. Buradaki kilit isim Konstantinopolis’tir. Kılıç hakkımız, destanımız ve rüyamız İstanbul’umuz. Amaç bellidir. Ezberletilen bellidir. Atasının mezarına tekme atanların yönettiği İstanbul!

Milliyetçilik akımları…
Bu büyük fikir yani Megali İdea 1840 larda halk içinde büyük taraftar toplayıp milliyetçiliği üst seviyeye çıkarmış idi. Ayrıca iç ve dış politikada birçok taraftar topluyordu. Osmanlı devletinden toprak kazanarak büyümek amaçlanıyordu. 1864’de 7 adaların İngilizler tarafından verilmesi dış politikadaki ilk adımları idi. Fransa’nın Atina büyükelçisi M.J. Tuvanel’in Fransa dış işleri bakanlığına yazdığı mektup aslında her şeyi özetlemektedir. “Ruhaniler ise, İstanbul’a yeniden “Konstantinapol” adının verilmesini sağlayacak olan, Ayasofya’nın “Sent Sofi” olarak telaffuzunu temin edecek Yunan zaferinin hasretzedeleridir. Her Yunanlıya bu fikir beşikten mezara kadar maharetle telkin ediliyor. Kırım Savaşlarının cereyanı sırasında Yunanistan, Osmanlı Ordularına saldırmaktan men edildiği için, kendisinin velinimeti olan İngiltere ve Fransa’ya bile tehevvür ve hiddet içindedir. Kraliçe Amelis, bana soğuk bir tavırla; ‘Ali Paşa bütün Avrupa siyasilerini arkasından sürükledi. Bir Türk’ün bu mahareti bize olduğu kadar sizlere de elen vermelidir’ dedi. Yunan milletinde, Osmanlılara ve umumiyetle Türklüğe karşı olan bu derin kini, Moskova’da görev yaptığım zamanlar, Ruslarda dahi müşahede etmedim. İnancım odur ki, Yunanlar Türklere karşı hiçbir zaman ve her türlü durum ve şartlar altında dostluk göstermeyeceklerdir”
1910 yılı Yunanistan’da iktidar değişikliğine sahne olacaktır. Liberal parti zaferiyle başa geçerek yönetimi devralan Elifterios Venizelos, tamamiyle emir aldığı gibi yayılmacı bir politika izleyerek şiddetini arttırdı. Patlak veren Balkan savaşları, Osmanlı devletinin yaklaşı 1 yıl süren savaşlarda çok büyük toprak kaybetmesine ve Yunanistan’ın da tam tersi topraklarını iki katına çıkarmasına sahne oldu.
“Osmanlı Devleti için büyük bir kayıp, kan kaybı, hem ticari anlamda hem nüfus anlamında. Çok ciddi oranda Türk ve Müslüman nüfusun yaşadığı bir coğrafyadan bahsediyoruz ve birçok toprak kaybı yaşanıyor. Ama Yunanistan, Osmanlı devletinin tersine büyümeye başlıyor Balkan savaşları ile birlikte…” Doç Dr. Tuğba Eray Biber Mimar Sinan Üni. Buradaki kilit cümle hem Türk hem de Müslüman nüfus kelimesidir. Amacın ne olduğu belli değil midir?
Taş atmadan kolu yorulmuş haspam…
1914’de gelinmişti. Yunanistan Osmanlı Devletine karşı itilaf devletleri saflarında yerini almış bulunuyordu. 1918 yılında savaş nihayete erdiğinde ise Yunanistan savaşa sadece 1 yılını vermiş bir devlet olarak sahnede duruyor ve istek listelerini hazırlıyordu. Yani Osmanlı devleti veya karşısındaki İngiltere ve Fransa gibi devletler ile birlikte uzun yıllar boyunca savaşmadı. Ama doğal olarak kazananlar tarafında olduğundan ve Balkanlarda Bulgaristan’a karşı cephe oluşturduğu için elbette ödülünü bekleyen bir bekçi gibi el açmış durumda idi. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Lord E. Edward Grey, 11 Ocak 1915 tarihinde Yunanistan yöneticilerine bir teklifte bulunmuştur. İngiliz Bakan bu teklifinde, Sırbistan’a yardım şartıyla Anadolu kıyılarından hatırı sayılır bir kısmının Yunanistan’a bağışlanabileceği sözünü vermiştir. İngiltere, 1 Nisan’da da müttefikleri adına “Yunanistan’a Türklere karşı savaşa katılma bedeli olarak Ocak ayında vadedilen, Aydın vilayeti de dâhil Batı Anadolu topraklarını garanti etmeye hazır olduklarını” bildirmiştir. 30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesi ile koşulları ağır bir cenderenin altında ezilmekte idik. Galip devletlerin, Osmanlı topraklarını paylaşmak için toplandığı ve yukarıda belirttiğimiz konferansta şımarık çocuk Yunanistan gözlerini haritaya dikmiş bir şekilde bekliyordu. Venizelos, melon şapkası başında, Trakya’nın tamamını, Batı Anadolu’yu, 12 Ada’yı ve Kıbrıs’ı babasının malı gibi talep etti. İngiliz, Fransız ve Amerikan temsilcilerden oluşan komisyon şımarık çocuğun isteklerini tabiî ki kabul etti. Nedeni kolaylıkla yönetebilecekleri bir kukla varken neden kendilerini ortaya atsınlardı ki? Güçlü bir İtalya yerine kolayca idare edebilecekleri Yunanistan biçilmiş kaftandı.
Tarih 15 Mayıs 1919. Rum başpiskopos Hristomos Kalafatis, emellerini açıkça belli eden şu sözlerle karşılar İzmir’i işgal için gelen birlikleri; “ Helen evlatlarım, bugün İsa’nın en büyük mucizesine tanık oluyoruz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı dökerek içerseniz o kadar sevaba gireceksiniz! Ben de bir bardak Türk kanı içerek onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım! Bütün azizler sizinledir.” Şehre giren askerler korkunç katliamlar yaptılar. Karşılarında duran herkesi sivil asker gözetmeksizin tutuklayıp katlettiler. 9. Ordu Müfettişliği ile Anadolu’ya geçme fırsatı bulan Mustafa Kemal 16 Mayıs’ta 48 kişilik bir ekip ile Samsun’a doğru yola çıktı. İzmir’in işgalinden bir gün sonra başlayan bu yolculuk Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından ciddi bir örgütlenme ile kurtuluşa giden yolu açacaktı. Artık fitil ateşlenmişti ve geri dönüş yoktu. Batıda, Ege’de kuzey ve güney hattı boyunca ilerleyen bir Yunan ordusu, İzmir’den sonra Manisa ve ardından Aydın’ı ele geçirmekte idi.

Mondrostan Lozana…
Mondros Mütarekesine göre İstanbul’da 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. İtilaf Devletleri adına Fransız General Frenchet de’Esprey beyaz bir atın üzerinde Karaköy de karaya çıkınca İstanbul’daki Rumlar, Galata köprüsünden Bankalar Caddesine kadar yerlere Türk bayraklarını serdiler ve işgal kuvvetlerine aziz Türk bayraklarmı çiğnettiler. Yunanlılar da diğer ordularla beraber İstanbul’a çıktılar. Eyüp ve Fener bölgelerini işgal ettiler. Megali İdeanın, hayallerini süsleyen, son maddesini çılgın bir taşkınlıkla gerçekleştirdiler. Ancak Büyük Taarruz’dan sonra İstanbul’u terk etmek zorunda kalacaklardı. Ocak 1921’e kadar ilerleyişini sürdüren Yunan birlikleri Eskişehir’de en sonunda Ankara Hükümeti’nin düzenli ordusu ile karşılaşmıştı. Ama bundan önce bir gelişme oluyor Yunanistan’da 1920 Kasım ayında yapılan seçim sonucunda Megala İdea savunucusu hükümete yani Venizelos’a, Yunan halkı dur diyor. Megala idea için sonun başlangıcı oluyor bu. 1. İnönü yenilgisini asla kabul etmeyen Venizelosun amacı direnişi yok etmek istiyor. 2.İnönü muharebesi, intikam için saldıran Yunan birliklerinin bazı şeyleri anladığı bir çarpışma oluyor. Karşılarında daha çok organize olmuş daha güçlü Türk askeri gören Yunanlılar için çanlar çalıyor. Fakat İnönü savaşlarından üç ay sonra 1921 yaz aylarında iki kademeli ilerleyiş olarak Kütahya ve Eskişehir muharebeleri ile Ankara önlerine kadar zahiri bir ilerleme görülüyor. Harekâtı yöneten General Stratigos; “Kemalist ordudan geriye enkaz kalmıştır. Bu enkaz, Ankara’ya doğru kaçıyor. Onun yok olması da gecikmeyecektir. Kısacası Türk ordusu artık askeri bir değer taşımıyor.” Açıklaması yapacaktı. Türk ordusunun başına geçen Başkomutan Mustafa Kemal yeni bir dönemi başlatıyordu. Hayalini kurdukları Megali idea, 23 Ağustosta başlayıp 22 gün süren Sakarya meydan muharebesinde, İngilizlerin baskısını enselerinde hisseden Yunan birliklerinin, üstün strateji dehası Mustafa Kemal ve askerlerinin karşısında dökülmelerini engelleyemedi. “Yunanlılar çok ciddi bir yenilgi yaşıyorlar ve Yunan tarih yazımında resmen onların, ordunun ordu mensuplarının, askerlerin psikolojilerinin bir daha düzeltilemeyecek şekilde bozulduklarına dair aslında bir itiraf söz konusu.” Diye aktarır Doç. Dr. Çağla Derya Tağmat.

Hesap vakti…

Yenilgiden sonra istifa eden Yunan başkomutan Anastasios Papulas; “Beceriksiz, kararsız ve dengesizdi. Yunan ordusunun cesaretini ve aynı zamanda onun büyük bir ideale olan inancını o bozkırın ortasına gömmüştü…” diyerek itirafta bulunacaktı. Yeni başkomutan Hacıanesti ile tam bir yıl kendine gelemedi yunanlılar. Psikolojisi bozulmuş ve bütün destekleri tükenmiş yunanlılar yardım beklerken 26 Ağustos sabahı Afyon’dan başlayan Büyük Taaruz karşısında hezimete uğradılar. Yunanistan’a kaçarak ordusunu başsız bırakan Hacıanesti yerine getirilen Nikolaos Trikupis ise Uşak’ta esir alındı. İzmir’e doğru kaçan Yunan orduları, üç koldan üzerine gelen kahraman Türk ordusunun önünden her yeri yakarak ve telef ederek haysiyetsizliğini gösteriyordu. Büyük umutlarla çıktıkları Küçük Asya seferi Megali İdea’nın sonu olarak kucaklarında duruyordu. Girişimin başarısızlığı iç siyasetinde kargaşalar, devrimler, davalar, idamlar ile sorumlularını arayalım çelişkisini yaşatıyordu. Mudanya Mütarekesi ile savaş resmen sona ermişti. Devrim komitesi Atina’ya girerek devrik kral Konstantin hükümetinin bütün bakanlarını tutukladı. Olağanüstü bir mahkeme süreci başladı. 31 Ekim 1922’de sanıkların vatana ihanet etme suçuyla suçlanarak başlatılan mahkeme 15 gün sürdü. Sabaha karşı sonuçlanan mahkemede çok kısa sürede ilan edilip saatler içinde idam cezaları uygulandı. Altılar davası olarak anılan bu süreç tüm dünyada yankı uyandırdı. Aslında bakıldığında hezimetten sorumlu olanlar değil, günah keçileri suçlu bulunmuştu. Ve nihayetinde Venizelos Lozan Antlaşmasını imzaladıktan sonra itirafını şu cümleler ile yapmıştı. “Sevr Antlaşması’nı tümüyle hükümsüz kılan Lozan Antlaşması’nı imzalarken duyduğum derin hüznü sizden nasıl saklayayım? Bu antlaşmanın altına imzamı ülkeme hizmet sunmanın bilinci ile attım. Yenildik ve diplomatik olarak yalnızdık. Bizi yenilgiye sürükleyen bir siyasetin içine girdik.” Bu açıklamada dikkat edilmesi gereken çaresizliklerinin, arakalarında durmaya söz vermiş milletlerin yöneticileri tarafından yolda bırakılmış olmalarıdır. Sizce Megali İdea son bulmuş mudur? Bu soruya en güzel cevap; Büyük Taarruzdan sonra, Yunan Kralı Konstantin’in yeğeni ve Anadolu’ya çıkan Yunan Ordusunda kolordu komutanı olan Prens Andre’nin yazdığı “Felakete Doğru” isimli kitapta verilmektedir. Prens Andre, “Felakete Doğru” isimli kitabında; “Küçük Asya’da ki bu fedakârlık boşuna mıdır?” diye sormakta, sonra: “Hayır” diye cevaplandırmakta ve şöyle açıklamaktadır; “Çünkü Yunan askeri tarafından Anadolu’da ekilmiş olan tohum, günün birinde büyük ve çiçekli bir ağaç(!) (Hadep, Hdp ve Dem gibi siyasi partilerin logolarına dikkat edin!) halinde açacaktır.”demektedir. Yani Prens Andre; iki yüz bin kişilik Yunan Ordusu’nun denize dökülmesine, sonradan Batı Anadolu’ya getirilerek yerleştirilen milyonlarca Rum’un kendilerini, denize atarak perişan halde kaçmasına ve bu sonucu yaşayarak “Felakete Doğru” isimli kitabında işlemesine rağmen, gene de Megali İdea’dan vazgeçilemeyeceğini anlatıyor. Her şeye rağmen Türkün gücünün en zor zamanlarda nasıl ortaya çıktığının delili olan Kurtuluş Savaşımız, gözünü Küçük Asya’ya dikerek, kukla kralları ve maşa yöneticileri ile bütün siyasi, askeri ve mitik yolları deneyerek saldıran güçlere nasıl okkalı bir ders verdiğidir. Megali İdea, büyük umutlarla çıktıkları İzmir’den tekrar denize dökülmüştür. Dedelerimizden sonra bize düşen görev ise onların kılıç artıklarını aramızdan temizlemek olacaktır. Şimdi bu süreç sekteye uğrasa da hiçbir vakit beise, karamsarlığa kapılamamak gerekir. Unutmayalım çakalın hükmü kurt ayağa kalkıncaya kadardır.
Araştırmacı: Hakan Bayram, Müslim Soysal
Kaynaklar: YUNANLARIN BİTMEYEN İDEALİ: “MEGALİ İDEA” Doç. Dr. Emruhan YALÇIN. Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea Dr. Oğuz KALELİOĞLU. Doç. Dr. Nilüfer ERDEM İstanbul Üni. Doç Dr. Tuğba Eray BİBER Mimar Sinan Üni. Doç. Dr. Çağla Derya TAĞMAT.


Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.